31 Ocak 2017 Salı

Konya yolunda bir F4.

Bugün internette dolanırken ilginç bir hikayeye rastlandım. Hikayenin adı Konya yolunda bir F4. Hikayenin ana fikrini oluşturan fotoğraf ise aşağıda:


Fotoğrafla ilgili birçok senaryo üretilebilir ama gerçek hikayesi şöyle;

Üzerinde Ersu yazan Bedford marka kamyondan da anlayacağınız üzere fotoğraf 1976 yılında Türkiye'de çekilmiş. Fotoğrafa konu olmuş uçak ise Amerikan Hava kuvvetlerinin 6133. Filosuna ait F4 tipi savaş uçağı. Konya civarında tatbikatını tamamlayan uçak İncirlik Üssüne dönmektedir bu fotoğrafta. Yine İncirlik Üssüne doğru seyretmekte olan askeri araca selam verirken araçtan çekilmiş bu fotoğraf.

Bedford marka kamyonun şoförü neler hissetmiştir acaba o sesle beraber?

Not: Hikaye için Kerem Gök Bey'e teşekkür ederim.

Aman Doktor Canım Doktor

Çok sonradan farkına vardığım bir konu var. Aslında tıp ve ilaç sektöründe çalışanlar iyi bilir bu konuyu. Ben de eşimle tanıştıktan sonra bilgi sahibi oldum. Enteresan ve aynı zamanda iç gıcıklayan bir durum.Bugünkü konumuz; ilaç.

Hepimiz hasta olduğumuz zaman içmek zorunda kalırız o yapay maddeleri. Hatta bazılarımız çok uzun süreler kullanmak zorundadırlar bu kimyevi maddeleri. Bu ilaçlar niye var diye salakça bir analiz yapmayacağım. İlaçlar da olacak bununla bağlı olarak ilaç firmaları da olacak. Benim dikkatimi çeken konu ise ilaç sektöründeki rekabet ve bu rekabetin oluşturduğu piyasa raconu.

İlaç firmaları gazeteye televizyona reklam veremediklerinden reklam hedefi olarak doktorları belirlemişler doğal olarak. En basitinden doktor ne kadar yazarsa ilacını o kadar kazançlısın demek. Bilimsel olarak gerçekleşen rekabete lafım yok. Bu rekabet zaten Ar-Ge'leri de besleyeceğinden faydalı hale de dönüşmüş olur. Ama bu zorlu ve yatırım gerektiren bir süreç. Ülke olarak da kalifiye eleman sıkıntınız varsa daha zorlu bir süreç. Bununla beraber ilaç firmalarının seyahat acentası şeklinde çalışma şekilleri de var. Bilmeyenler nasıl yani diyebilirler? Durun anlatayım;

Türkiye'de veya Dünya'nın bilumum yerinde tıbbi kongreler organize ediliyor. Bunlara katılmak bir doktor için önemli olmalı. Aslında katılmak da gerekli.  İnsan sağlığı için çalışan doktorların kariyerleri boyunca kendilerine birşeyler ilave etmek istemesi çok doğal. Bu kongreler yurt dışında ise katılmak maddi açıdan zorlayıcı olabilir. Bu noktada ilaç firmaları devreye giriyor ve doktorlara sponsor oluyorlar. Bana göre de bu gayet mantıklı ama bundan sonrası gayet soru işaretli bana göre. Sponsor olacakları doktorları yazdıkları ilaçlara göre seçiyorlarmış.  Yani doktorun yazdığı ilaç miktarı firmayı tatmin ederse yurt dışına seyahat oluyormuş bunun hediyesi.  Bu seyahatlerde doktorun tüm yol, otel, yeme içme masrafları bu ilaç firmaları tarafından karşılanıyor kongrelerin yapıldığı ülkelerde. Ama bu da bir rekabet malzemesi olmuş ilaç firmaları arasında malesef. Gidilen kongre değil de götürülen otel veya restaurant daha bir önem kazanmış iki taraf için. İlaç firması  açısından ben hocayı güzel bir otelde konaklatayım, güzelce yedireyim içeriyim memnun edeyim nasıl olsa benim ilacımı yazacak diye bir düşünce yerleşmiş. Doktor da bak memnun kalmazsam rakibinizin ilacını yazarım ona göre diyerek kuyruğu hem dik tutmuş hem de abayı masa altından göstermiş. Tabi ben bu durumun doktorlar tarafından nasıl suistimal edildiğine dair ne hikayeler duydum da burda detaylara çok girmek istemiyorum. Bu böylece al gülüm ver gülüm şeklinde günümüze kadar gelmiş. Daha abartı olarak İngilizce bilmeyen doktor bile uluslararası kongrelere gönderilir olmuş. Sadece hastalandığımızda reçetemize yazılan ilacın hangi irade ile yazılabileceğini anlatmaya çalıştım o kadar. Yorum ve düşüncelere bu noktadan sonra size ait.

Bu düzensiz durumu mevcut hükümet düzeltmeye çalışmış. Bazı sınırlandırmalar getirmişler ve ilaç firmalarından, kongreler için kayıt girmeleri istenmiş bilgisayar ortamında. Bu dururumda etik olmayan bazı davranışların bir miktar önüne geçilebilmiş.

Bu arada eleştiriler kesinlikle mesleğini düzgün yapan doktorlara değil tabiki. Mesleğine her açıdan hizmet eden ve bahsettiğim suistimallerden uzak duran tüm doktorlara saygım sonsuz. Çünkü her zaman ihtiyacımız var onların emin ellerine.

20 Ocak 2017 Cuma

Demokrasi Dedikleri

Askerden kalma aklımda sadece birkaç anı var. Gayet sakin,  fazla macerası olmayan bir askerlik yaptım. İlk olarak İskenderun'da bulunan Deniz Er Eğitim Alayına gönderdirler beni. Orda yaklaşık 1 ay eğitimden sonra Eski Foça'da bulunan Deniz Üssü'nde askerlik görevimi tamamladım. Aklımda kalan ilginç anı ise İskenderun'dan kalma...

İskenderun'da acemi askerlik dönemi geçirdiğimizden çok fazla toplanıp uzun uzun konuşmalar dinliyorduk. Bu konuşmaları onbaşı rütbesinden tutun da albay rütbesine kadar her ağızdan dinliyorduk . Bir de buna İskenderun'un tatlı sert aralık ayı ayazı eklenince tadından yenmiyordu. Acemilik döneminin son günlerinde Alay Komutanı olan Kd. Albay Sualp Keser'in konuşmasını dinliyorduk. Bu adamın konuşmalarını beğenirdim, askerliğim sırasında saygı duyabildiğim az sayıda olan insanlardan biridir (https://eksisozluk.com/sualp-keser--1797677). Adam konuşurken mini bir referandum yapmaya karar verdi. Sorduğu soru şu idi; buraya negatif düşüncelerle gelip burada geçirdiğiniz süre sonrası düşüncesi değişen oldu mu diye sordu. Parmak kaldıranlar oldu ve çok da azımsanmayacak bir sayıydı sonra enteresan bir şekilde soruyu tersten sordu. Askerliği severek gelip artık nefret eden var mı gibisinden bir soruydu işte. Tek tük parmak kaldıran oldu. Albay da konuşmasını tamamlayıp oradan ayrıldı. Biz de dağılacağımızı bekliyorduk. Buraya kadar gayet normal aslında. Durum bundan sonra ilginç bir hal aldı. Birden ne kadar astsubay, uzman varsa ortaya çıkıp Albay'ın sorduğu 2. soruya kimler parmak kaldırdı sorusunu hiç de kibar olmayan şekilde sorgulamaya başladılar. Seslerini yükselttiler aralarda dolaşmaya başladılar falan. Baya tatsız bir ortam oldu. Daha sonrasını net hatırlamıyorum. Belki hatasını(!) kabul edip çıkan olmuştur aramızdan. Hata diyorum çünkü bu onlara göre hata idi. Size görüş bildirmeniz için bir hak veriliyor ama istenmeyen cevabı verdiğinizde cezalandırılıyorsunuz. Asker arkadaşımın şu lafı hala aklımda: Demek ki askeri demokrasi böyle birşey...

18 Ocak 2017 Çarşamba

Mojo

Geçen haftadan itibaren 3 kişiyiz artık. Evimizin yeni bir ferdi var . İsmi Mojo, şuanda 1 yaşında olan British short hair erkek kedimiz.



Birşeyler insana kısmet olur derler ya gerçekten öyle. Kullanmadığım bir akvaryumum vardı. Annemlerin evinin bodrumunda durmaktaydı. Alıp adam edip tekrar evimizin bir köşesine koyayım dedim. Herşeyini yaptım bir tek balıkları eksikti. Yolda giderken balık satan petshoplara dikkat ediyordum. Evimize yakın bir yerlerde de rastladım. İçeri girdim sordum soruşturdum akşamına da balık seçmek üzere eşimle gittik. Balıkları seçtikten sonra zaten kafamızın bir köşesinde olan o soruyu sorduk petshop daki çalışana; kedi var mı? Yukarı kata çıktık kısa bir gözlemden sonra mojomuz dikkatimizi çekti. Kucağımıza verdiler sevdik o da bizim kucağımızdan inmedi falan derken bizim aramızda kopmaz bir bağ oluştu. Geçen hafta evimize geldi. Şimdi alışma süreci...

Bir de unutmadan Mojo ismini Belgrad'da bulunan hayvanat bahçesindeki yaşlı bir timsahtan (Wikipedia'da ismi Muja olarak geçmekte ama bizim aklımızda Mojo olarak kalmış) aldık. Kayıtlara göre Dünya'da yaşayan en yaşlı timsahmış. 30'larda hayvanat bahçesine gelip bu tarihten sonra Belgrad'ın yaşadığı tüm bombardımanlardan sağ çıkabilmiş güçlü bir timsahtı o. Umarımı bizim Mojomuzda isim babası gibi uzun ömürlü olur.


https://en.wikipedia.org/wiki/Muja_(alligator)

Aramıza hoşgeldin Mojo...

Mojo'dan not: Güncel fotoğraflarımı instagramda ourcatmojo hesabımdan takip edebilirsiniz. 😸😸

16 Ocak 2017 Pazartesi

Halam

Bu haftasonuna üzücü bir haberle başladım. Küçük halam melek olup aramızdan ayrıldı. Çocukluğumdan bu yana yüzündeki hep o yorgun ama bir o kadar da güler yüzüyle aklımda kalacak Nesrin Halam...

Hayatına hem güzel bir aileyi hem de güzel bir kariyer sığdırmış halam. Üç başarılı evlat, dört torunla beraber çok başarılı olan meslektaşı enişteme iyi bir de eş olmuş. Ayrıca acı bir kaza sonucun da bir evladını toprağa vermiş. Anestezi uzmanı olarak mesleğini de en iyi şekilde icra etmiş. Arkama baktığımda böyle dolu dolu bir hayatımın olmasını çok isterim. İnşallah Allah bana da nasip eder.

Dualarımız hep seninle...Mekanın cennet olsun. Bizim için yaptığın herşey için sana minnettarız.

9 Ocak 2017 Pazartesi

Yol Geçen Hanı

Aslında epey bir zamandır dikkat ettiğim bir ayrıntı vardı. Bu bloğumda da sizinle paylaşayım dedim. Konum aslında yurt dışına çıkış ile alakalı vize uygulamaları ile ilgili olsa da daha farklı bir detay.

Konuya daha farklı bir açıdan yaklaşaşacağım. Yurt dışından gelirken pasaport polisinin pasaportunuza bastığı mühürlere dikkat ettiniz mi? Dikkat çekilecek nokta ise bazılarının ne kadar belli belirsiz olduğu. Bu durum bana ülkemize girerken uygulanan prosedürün ne kadar özensiz uygulandığı hakkında kötü bir imaj veriyor. Evet her ne kadar sizin girişiniz resmi olarak bilgisayar ortamında kayıt altına alınıyorsa da benim elimdeki pasaporta basılan mühür neden böyle baştan sağma orasını anlamış değilim.

Aslında daha çarpıcı konu ise bizim ülkemize bazı ülkelerin vatandaşlarının kimlik belgesiyle girebildiği. Evet yanlış duymadınız kimlik belgesi. Daha çarpıcı bir detay vereyim öyleyse.Hatta bu kimlik belgesinin süresi dolmuşsa bile girebiliyor adam eğer Almanya'dan geliyorsa. Listeyi aşağıda veriyorum:

Vatandaşları ulusal kimlik kartları ile de ülkemize girebilen ülkeler listesi:

1- Almanya
2- Belçika
3- Fransa
4- Gürcistan
5- Hollanda
6- İspanya
7- İsviçre
8- İtalya
9- KKTC
10- Lihtenştayn
11- Lüksemburg
12- Malta
13- Portekiz
14- Yunanistan

Vatandaşları süresi sona ermiş pasaport ve kimlik kartlarıyla ülkemize girebilen ülkeler listesi

1. Almanya-Geçerliliğini son 1 (bir) yıl içerisinde yitirmiş pasaport.
    Almanya-Geçerliliğini son 1 (bir) yıl içerisinde yitirmiş kimlik kartı.
2. Belçika-Geçerliliğini son 5 (beş) yıl içerisinde yitirmiş pasaport.
3. Fransa-Geçerliliğini son 5 (beş) yıl içerisinde yitirmiş pasaport.
4. İspanya-Geçerliliğini son 5 (beş) yıl içerisinde yitirmiş pasaport.
5. İsviçre-Geçerliliğini son 5 (beş) yıl içerisinde yitirmiş pasaport.
6. Lüksemburg - Geçerliliğini son 5 (beş) yıl içerisinde yitirmiş pasaport.
7. Portekiz-Geçerliliğini son 5 (beş) yıl içerisinde yitirmiş pasaport.

Kaynak: mfa.gov.tr 

Kimlik belgesini de geçtim. Geçerliliğini yitirmiş bir belge nasıl kullanılabilir ki? Bu hangi zihniyette yapılan bir uygulamadır? Almanya'ya neden böyle bir ayrıcalık tanınmış anlamak çok zor. Geçerliliğini yitirmiş bir kimlik kartı Almanya'da bile geçersizken benim ülkeme girişte nasıl kullanılabilir? Almanya'nın pasaportunuzda vize bile varken sizi ülkelerine  almamak için ellerinden geleni yaptıklarına şahit olmuşunuzdur veya olan tanıdıklarınız vardır muhtemelen. Vize almak için girdiğimiz o doküman yığınına, uğraşıya, ödenen paralara, kaybedilen zamana hiç girmiyorum bile...

Ülkemizde yaşanan onca kötü terör olayından sonra bu noktada yorum sizin...

8 Ocak 2017 Pazar

İstanbul'un Kar ile olan Klasik İmtihanı

Malumunuz 2 gündür kara kış tüm gücüyle kapımızı çaldı. Aslında 2017'ye ülke olarak gayet karanlık başladık.  Büyük şehirleri vuran kar fırtınası da tam üzerine geldi. Bu sefer her türlü iletişim aracıyla haberdar edildik ama sonuç çok da farklı değil sanki. Haberler ne kadar doğru bilmiyorum ama benim yaşadığım çevre için konuşursam kara kışa teslim olduk diyebilirim. Bilenler bilir çok kar yağmaz İstanbul'a ama yerde kar 2 cm yi geçtiği vakit tam bir perişanlık durumu başlar. Geçtiğimiz kar yağışlarından hiçbir ders çıkartılmamış gibi kar yağarsa hep aynı sahneleri de görürüz. Tabiki bir metropolde kar ile savaş çok kolay değildir ama kendini geliştiren ve yatırım yapan bir belediye görmek her vatandaşın isteğidir.

Aslında karla mücadele için bu konuda daha çok uğraşan şehirlerin yetkililerinden destek alınabilir. Burada asıl beni düşündüren konu aslında denetimsizlik. Kar başlamadan 3-4 gün öncesinden  alarm zilleri çalmaya başladı. Kar lastiği ile ilgili özellikle umuma hizmet veren araçlara denetim yapıldı mı? Zincirleri olup olmadığı kontrol edildi mi? veya araç muayeneleri ile ilgili bir inceleme başlatıldı mı? Denetimi bir kenara bırakın toplu taşıma adına umuma hizmet eden kaç aracın şoförü veya araç sahibi bilinçli kar sırasında araç sürmekle ilgili. Kar lastiğini bırakın stop lambası yanmayan minibüsler hala trafikte. Trafik polislerinin ise pek umurlarında değil durum. Çünkü onlar alkollü sürücü ve yanlış park edilmiş araç peşinde olduklarından durumun ciddiyetinde de uzaklar. Stop lambası mı yanmıyormuş, kamyonun lastik arkası tozluğu varmıymış yokmuymuş çok da ''tın'' der gibiler adeta.

Bilinçsiz sürücülere ilave denetimsizlik ve bunun üzerine de yeterli yatırım gelmeyince devletten işte böyle bir sonuç çıkar bizim karla imtihanımızdan...Otur, sıfır...

6 Ocak 2017 Cuma

Park Yasak

İzmir'de yaşanan üzücü olaya karşısında yine elim gitmiyor terör hakkında bişeyler yazmaya. Konum yine biraz gündem dışı bugün.

Çalışmadığım şu zamanlar Kireçburnu'na gidip yürüyüş yapmak alışkanlığım haline geldi. Fakat havalar soğuduğu için bu aralar çok sık gidemez oldum. Geçen güzel bir hava yakalayıp tekrar gitmeye karar verdim. Yürüyüş başlangıç noktama tam arabamı park etmişken elinde pos makinasına benzer cihazıyla ispark görevlisi çıkageldi. Zaten İstanbul'da arabası olan herkes için tanıdık simadır bu görevliler. Neyse bugünkü mevzum anlaşılacağı üzere ispark ve onunla ilgili olan ek konum ise arabanın park edildiği noktadan çekilmesi.

İstanbul'u iyi bilenler için, yürüyüş noktam Kireçburnu sahili ya da diğer bilinen adıyla Nadir Nadi Parkı. Burada araçlarınızı yola dikey park edebileceginiz park yerleri mevcut ve günün belirli saatlerinde ispark tarafından da yapılan park karşılığı ücret alınmaktadır.Bu uyguluma ben yürüyüşe bu civarda başlamadan evvel de böyleydi. Benim sıkıntım bu hafta yapılan değişiklik aslında. Sabah normal şartlarda saat 10 a kadar yapılan parklar ücretsizdi. Akşam da saat 8 sonrası ücretsizdi. Bu 7 de olabilir tam emin değilim. Bu hafta buna kim karar verdiyse ücret başlangıç saatini saat 9 a almışlar ilave olarak da minimum 8 TL ücret alıyorlar ki bu ücret 7 TL idi. Biz bu aralara karanlık sabahlarla güne merhaba diyoruz. Mantıken ücret alınacak saatin 1 saat ileri alınması gerekirken tam tersi yapılmış yetmezmiş gibi de zam yapmışlar. En azında hafta içini 5 TL nin altında tutup spor yapan insanlara saygı duymak lazım. Başka bir bakış açısıyla da sahil parkı için tahsis edilmiş bir alanda neden para ödüyoruz ki otopark için bile olsa.

Bu İspark meselesi nedir anlamış değilim. İstanbul'un merkez noktalarında dar sokaklara kadar girmiş bu ücretli park sisteminin alt yapısında ne var? İstanbul Belediyesi tarafından işletildiği zannediyorum fakat ücret politikası neye göre belirleniyor, ispark noktaları nasıl belirleniyor ve ilave olarak sizlerin de üretebileceği bir sürü soru...

Eğer İspark'a arabanızı park etmek istemezseniz arabanızın kaybolabilme şansı vardır İstanbul'da. Trafik polisleri tarafından birçok görmezden gelinen kusur nedense park edilmiş araçlar için tam tersi. İstanbul'da zaten trafik işaretlemeleri çok zayıf ve bakımsız. Yani arabanızı park ettiğiniz noktanın yasak olduğunu bilme ihtimaliniz yüzde 50. Arabanızın çekilme olasılığı bu anlattığım çerçevede epey yüksek. Geleceğim nokta ise; neden böyle bir araç çekme iştahı var? Trafik cezasına saygım var. Yasaktır ,ceza kesilmiştir ve sonuçta ödersiniz. Neden benim aracımın yeri başka bir araç ile değiştiriliyor ki bu işlem gayet özensiz yapılıyor. Şahit olmuşluğum vardır. Güzelim arabaların altından iç gıcıklayıcı o metal seslerini çok duydum araçlar çekilirken. Neyse aracınızı park ettiğiniz yerden almaya gelirsiniz, aracınız park ettiğiniz yerde yoktur, telaşlanırsınız, gören var mı diye çevre insanlara sorarsınız, sonra bir taksi tutarsınız, taksicinin araçların çekildiği yeri bilmesi için içinizden dua edersiniz. Şanlıysanız ilk otoparkta aracınızı bulurusunuz. Taksiciye ücreti öderseniz. Bu noktaya kadar da tamam diyorum. Otopark ve araç çekme ücreti ile yüzleştiğiniz vakit işte orası karanlık bence. Hem isteğim dışında aracım çekilsin hem de cezadan fazla ilave ücret ödeyeyim. Bu arada aracım trafik akışını engelliyorsa tabiki çekilsin ama eğer aracım pazar akşamı bir ara sokaktan çekiliyorsa burada bir gariplik ararım ve ilaveten trafik cezası evinize gelmemişse sadece otopark ücreti ödeyip konu kapatıldıysa hele. Baktığınızda şanslısın diyeceksiniz de sizce de böyle mi olmalı?

Bütün çekiciler trafik polislerinin kontrolünde mi acaba diye sorsam? Araçların çekildiği trafik vakfı otoparkları aslında kim tarafından işletiliyor diye sorsam? Sorsam, sorsam, sorsam...bitmez.

3 Ocak 2017 Salı

İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı

Bugün biraz gündem dışına çıkmaya karar vardım. Çünkü gündemin içerisine girersem bir daha çıkamayacağımı düşündüm. Türkiye'de işte durum bu kadar karanlık...

İş güvenliği ve işçi sağlığı konusundan bahsetmek istiyorum. Konu ciddi olunca direk olarak başlığı da bu şekilde attım. Türkiye'de aslında çok iyi bilinen fakat bilindiği kadar uygulanamayan bir konu. Genelde makina ve çevre mühendislerinin uzmanlık yapıp  iş yerlerinde kadrolu olarak ya da danışman olarak çalıştıkları bir iş kolu aslında. Bizim ülkemizde de yasal bir mevzuat var ve bu mevzuata göre ya kadrolu bir çalışanı veya ekibi, alternatif olarak da iş yerinin kapasitesine göre danışmanı var iş yerlerinin. Aslında iş güvenliği  ve çalışanın kendi sağlığını koruması konusu eğitim hayatında başlayıp iş hayatında geliştirilip uygulanması gereken bir konu. Ben lisans eğitimimde böyle bir eğitim almadım. Fakat ön lisans yaparken, mezun olduktan sonra almamız gereken zorunlu sertifikalar olduğundan derinlemesine eğitim almıştım. Türkiye'de uygulama sıkıntısının kaynak noktası, iş güvenliği konusunda insanların gelişim sürecinde iyi eğitilmediğinden ve ilk iş tecrübelerinde itibaren böyle bir anlayışla çalışılmadığından olabilir. Yasal mevzuatın zorlamasıyla uygulanan iş güvenliği ve işçi sağlığı uygulamaları zaten doküman doldurmaktan ileriye geçmemektedir.

En son çalıştığım iş yerim Almanya merkezli bir iş yeriydi ve Alman bir genel müdürü vardı. Ofisin bulunduğu han da epey yaşlı bir binaydı. İlk başladığım zaman iş güvenliği açısından epey bir eksiği mevcuttu ve bizler de mühendis olarak iş veren temsilcilerini uyarmaktan geri kalmıyorduk. İlerleyen zamanlarda ise bir danışman ile çalışılacağını söylediler. Detayını bilmiyorum ama mevzuata göre de zorunlu sanırım. Danışman teftişler yapamaya başladı hatta bize de eğitim verdi. Buraya kadar herşey normal. Aslında verilen eğitimin içeriği de tartışılır ama o kadar da eleştirel olmamak lazım. Yalnız bir konu vardı ki bence yapılan onca teftişi veya verilen onca eğitimi hiçe sayacak bir konuydu bu. Benim çalıştığım odada yangın çıkışı için planlanmış bir pencere vardı. Pencere de yangın merdivenine açılıyordu. Fakat merdivenin çıkışında parmaklıklı bir kapı vardı üzerinde de gayet sağlam bir asma kilit.  İşte bu kilidi ne ettik ne yaptık açtıramadık. Danışman da açtıramadı. Raporuna ne yazdı bilmiyorum. İş yerinin bulunduğu han hırsızlık korkusuyla kilidi açtırmıyormuş meğerse. Böyle bir şey olabilir mi? Karamandaki kız öğrenci yurdundaki yangındaki ölümlerin ana gerekçesi benzer yerde bulunan bir kilitti sanırım. Alman olan işveren temsilcimiz de konuyu sümen altı etti. Burda da ufak bir detay var o da şöyle; demek ki insanlar yaşadıkları coğrafyaya göre gayet kolay şekil değiştirebiliyorlarmış. Çünkü hepimiz biliyoruz ki Almanya'da aynı pozisyonda çalışıyor olsaydı bu konuda aynı yaklaşımı sergileyemezdi. Başka bir çıkarım yapmak gerekirse, sıkı mevzuatların var olması gerektiği olmadığı takdirde insan inisiyatifinin bu konularda çok riskli olabileceğidir. Eski iş yerimdeki konuya dönersek, iş güvenliği anlayışı doküman doldurmanın ötesinde olup beraberinde ciddi yaptırımları getirmelidir. Eski iş yerimin bulunduğu han yönetimine bunu yaptıramıyorsanız iş yerine iş güvenliği ile ilgili ne yapsanız az. Böyle örnekler çok Türkiye'de, mesela; kaynaklı imalat yapan iş yerinin komşusu parlayıcı kimyasallarla imalat yapan bir iş yeri olabilir. Bu iş yerleri münferit olarak iş güvenliği kurallarına uysa ne olacak? Resime büyük çerçeveden bakmak lazım. Bu iş yerlerine kim ruhsat verdiyse onlara yaptırım uygulanmalı hatta cezalandırılmalı diye düşünüyorum.

Toparlamak gerekiyorsa iş güvenliğinin ve uygun çalışma ortamlarının sağlanmaya çalışılması zorunluluktan öte bir çalışma biçimi veya alışkanlığı olmalı. İş güvenliği ekipmanını kullanan bir çalışan bunu zorunluluktan değil de alışkanlıktan dolayı kullanıyor  olmalı. Ara bulmaca isimli bloğumda iş hukuku ile ilgili eğitim alınması gerektiğini yazmıştım. İş güvenliği ile de ilgili yine bunu tekrarlıyorum. Hatta lise düzeyinde bu tür eğitimler verilmelidir. Eğitimler daha sıkı mevzuatlarla desteklenirse daha güvenli ve daha sağlıklı ortamlarda çalışabilmemiz mümkün görünüyor.